,
   
 
  Derin devlet

                      Derin devlet
Derin devlet
, devletin üst kademesinin; MGK, TSK Komuta kademesi, MİT gibi devletin milli siyaset belgesini hazırlayan ve bunun uygulanması için gerekli tedbirlerin almasını sağlayan kurumların oluşturduğu; yasalarda yeri olmayan ancak teamül denilen alışagelinmiş kurallar çerçevesinde Devletin bekaası, milli birlik ve beraberliğin bütünlüğü için çalışmaların tümünün organize edilmesi tüm bu kurumların mutabakatı ve anayasanın değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif bile edilemez kuralları dahilinde yapılır ki yapıcı şema bütününe literatürdeki adıdır.

• ‘Bir devletin, diğer bir devlete (kendi halkına değil-diğer devlete karşı) karşı yürütmüş olduğu, haber toplama ‘yıkıcı faaliyet ve sabotaj’ çalışmalarının tümüne, istihbarat faaliyetleri denir. Bazı ülkeler bunlara ilave olarak, öldürme ‘hükümet devirme gibi faaliyetleri de yaparlar. Bunlardan yıkıcı faaliyetler ve sabotaj; barışta ve savaşta, ‘içten ve dıştan’ ülke bütünlüğünü parçalamak veya başka bir rejim ‘sistem’ getirmek amacıyla, şahıslar ‘tüzel kişiler’ veya devletler tarafından yürütülen / organize edilen tüm faaliyetlerdir. Yalnız bu faaliyetler, sadece yabancı devletler tarafından uygulanmayıp, bizzat o ülkenin kendi vatandaşları (başta medya ve sivil toplum örgütleri kullanılarak) işbirlikçileri tarafından da yapılabilir.

• İşte bir devletin bütünlüğünü ‘bağımsızlığını’ inanç birliğini tehdit eden bu tür faaliyetleri, açık veya gizli yöntemlerle yok etmeye İstihbarata Karşı Koyma (İKK) faaliyeti denilebilir. Dünyanın bütün ülkelerinde bir derin devlet yapılanması vardır. Bu yüzden yabancı istihbarat örgütlerinin Türkiye'de yapmış olduğu faaliyetlerde Türk Derin Devletinin üzerine yıkılmaya çalışılmıştır.Zira iki veya daha fazla ülke resmi olarak dost hatta müttefik olarak bulunduğu bir dönemde bile, aynı ülkelerin derin devletleri savaş halinde olabilir.Unutulmamalıdır ki,derin devlet soyut bir kavramdır.

Derin devletin varlığına yönelik iddialar

Derin devletin varlığını dile getiren ilk devlet adamı Bülent Ecevit oldu. Ecevit, 26 Eylül 1974'te, Giresun'da yaptığı bir konuşmada şu ifadeyi kullandı:

12 Mart sonrası dönemde adı sanı ortaya çıkan ve tedbirlerin ve hatta soruşturmaların hukukiliğine ve insaniliğine gölge düşüren Kontrgerilla adlı örgütün, bu resmi görüntülü fakat gayriresmi örgütün niteliği ve amacı üzerindeki örtü kaldırılamamıştır.[2]
 

9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ise 17 Nisan 2005 tarihinde, CNN Türk'te yayınlanan Ankara Kulisi adlı programda konuyla ilgili şunları söyledi:

Derin devlet, devletin kendisidir. Askerdir, derin devlet. Cumhuriyet'i kuran askerler, devletin yıkılmasından daima korku duyar. Halk bazen sağlanan hakları suiistimal eder, yürüyüş hakkı verildiğinde gidip cam çerçeveyi indirerek, polisle çatışır. Derin devlete ülkenin muhtaç olması, ülkenin yönetilememesinden kaynaklanır. Derin devlet şu anda devrede değil. Derin devlet, kanaatlerine göre, devleti yıkılma sınırına getirmediğiniz sürece hareket halinde değildir. Onlar ayrı bir devlet değil, ama devlete el koydukları zaman derin devlet olurlar.[4]
 

Demirel, NTVMSNBC'de yayınlanan Basın Odası programında "Devletin tekliği esastır, iki devlet olmaz. Bizim ülkemizde iki devlet var. Bir derin devlet var, bir devlet var. Asıl olması gereken devlet yedek, yedek olması gereken devlet asıldır" dedi.[5] 12 Eylül 1980 askerî yönetiminin başı olan Kenan Evren, "Sayın Demirel doğru söylüyor. Derin devlet biziz. Devlet zaafa uğradığında el koyarız. 1980'de Demirel'in suçu yoktu. Daha yeni gelmişti, ne yapalım onun dönemine rastlamıştı"[5] diyerek Demirel'in görüşlerine destek verdi.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, AGOS gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink'in öldürülmesinin ardından, 26 Ocak 2007 tarihinde Kanal 7'de yayınlanan İskele Sancak adlı programda şu sözleri dile getirdi:

Derin devletin varlığına katılmıyorum diye bir şey yok, katılmıyorum olur mu, neden olmasın. O her zaman olmuş. Türkiye Cumhuriyeti döneminde başlamış bir şey de değil. Ta Osmanlı'dan. Bu gelenekten gelen bir şey zaten. Ama bunu minimize etmek, mümkünse yok etmek, bunu başarmak gerek.[3]


Demirel derin devleti anlatıyor



Yavuz Donat'ın Süleyman Demirel'le görüşmesi "45 dakika ile" sınırlıydı. Sınırı koyan doktorlardı.

Sayın Demirel... Derin devlet nedir?.. Derin devlet var mı?
- Türkiye Cumhuriyeti devletinin kanunları var... Kurumları var... Kuralları var.
Derin devlet?
- Kanunlar içerisinde kurulmuş organlar var... İstihbarat örgütleri var... Güvenlik birimleri var... Buralarda keyfilik, insan haklarına aykırı bir şey yok... Olmamalı da.
Efendim, derin devlet?
- Çok itina ile söylüyorum, devlet yönetiminde zaaf belirirse...
Zaaf nasıl belirir?
- Şöyle... Devletin kanunları vardır, uygulanamamaktadır... Valisi, kaymakamı vardır... Hakimi, savcısı vardır... Askeri, polisi vardır... Ama kanunlar uygulanamadığı için huzur yoktur.
Böyle durumda derin devlet mi devreye girer?
- O zaman bu huzuru biz tesis edelim niyeti ile devletin içinden ve dışından talepler gelir... Bu bir devlet boşluğudur... Devlet, boşluğu kabul etmez... Türkiye maalesef bunu yaşamıştır.
Derin devlet olayı bu mudur?
- Bu yaşandı... 1977-1978'lerde... 1979'da biz idareyi devraldığımız zaman tam bir devlet boşluğu vardı.
Devlet boşluğu olunca da devreye derin devlet giriyor... Öyle mi?
- Derin devletin içinde kimler var?.. Olaya şöyle bakacaksınız... Derin devletin içindekiler yani normal zamanlarda belirli yetkileri kullanma durumunda olanlar, bir de bakarsınız, kurtarıcı haline gelmek isterler... Öyle hissederler kendilerini... Oysa kimse onlara görev vermemiştir.

Ülkeyi kim yönetecek?

Sayın Demirel. Hükümete oldukça uzun süreli avans tanınmıştı. Şu anda durum nedir? Ve sayın Recep Tayyip Erdoğan, bugün itibariyle, siyaset yolculuğunun hangi istasyonundadır?
- Türkiye, yönetilmesi zor bir ülke... Tek parti döneminde de zordu, çok partili dönemde de zor... Etraf problemli... Tarih ve coğrafya yönetime istikamet veriyor... Yönetimi güçleştiriyor veya kolaylaştırıyor.
Efendim, bugün durum nedir?
- Dünü irdelemeden, bu konudaki analiz tam yapılamaz... Tarihten aldığımız şartlar var... 624 yıllık Osmanlı deneyimi var... Bu yönetimin içinde önemli unsurlar var... Pozitif unsurlar var... Güç var... Kudret var.
Yani, Osmanlı'dan bahsediyoruz.
- Evet... Kurumların en başında "hanedan" var... Ve ikinci kurum "ilmiye." Yani alimler... Daha çok din alimleri... Üçüncü kurum "kalemiye" yani bürokrasi... Dördüncü kurum "seyfiye" yani askerler.
Bu durumda Osmanlı yönetiminde söz kimdeydi?
- İlk bakışta söz padişahın... Ama ülke yönetimine baktığınızda ilmiyenin de, kalemiyenin de, seyfiyenin de söz hakkı var... Bu kendiliğinden işleyen bir olay... Yani padişah fetva almadıkça birtakım şeyleri yapamıyor.
Sayın Demirel... Osmanlı çöktü... Genç Cumhuriyet kuruldu... Gelelim bugüne.
- Dur, acele etme... Osmanlı çok uluslu, çok dilli, çok dinli bir ülke... Böyle bir ülkenin yönetimindeki zorlukların önemli bir kısmı bugün intikal etmiştir.
Nasıl?
- Genç Cumhuriyet kuruldu tamam... Ama Osmanlı'nın içinden çıkan komşu ülkelerle Türkiye'nin sorunları oldu... Ve bu bir savunma olayını doğurdu... Bu noktada altı çizilecek bir husus var.
Altı çizilecek konu nedir?
- Türkiye Cumhuriyeti'ni var eden, büyük Atatürk'ün gösterdiği istikamette hareket eden ordu hareketidir... Milletin ordusudur... Kurtuluş Savaşı bittikten sonra da askerin, Türkiye Cumhuriyeti üzerinde özel bir iddiası olmuştur.
Bunu açar mısınız?
- Atatürk Cumhurbaşkanı'dır, devletin kurucusudur, askerdir... İnönü ikinci Cumhurbaşkanı'dır, devletin ikinci kurucusudur, askerdir... Atatürk'ün çevresindekilerin bir kısmı askerdir... Sivil olarak ilk defa Celal Bayar görünüyor... O da Kurtuluş Savaşı'nın içinden geliyor.
Siz buradan nereye geleceksiniz?
- İşte bu şartlarda, demokratik yönetime geçiliyor... Artık milli irade var... Millet iradesinin üstünlüğü var... Hakimiyet milletindir... Çok partili sistem var.
Öyleyse geldik bugüne... Muhalefet var... İktidar var... Başında Tayyip bey var.
- Şimdi dikkatinizi bir noktaya çekiyorum... İktidar, seçimle gelir. Ve der ki... Milletten yetki aldım, ülke yönetiminde her şey artık benim hakkımdır... Ben nasıl istersem, ülke öyle yönetilecek... Bu bir jakoben düşüncedir.

Sohbetin bu noktasında, Demirel'in "telefon bağlanmasın" demesine rağmen, telefon çaldı.
Baba "dikkatimi dağıtmayın" diye kızdı.
Sohbete "kısa bir mola" verildi.
Demirel dedi ki:
- İşin püf noktasına geldik... Söyleyeceklerimin her satırı çok önemli.

Sayın Demirel... Jakoben düşünceden bahsediyordunuz.
- Jakoben idare...
Yani, siyasi iktidarın yetkiyi kimseyle paylaşmak istememesi. İktidar benim, her şeye ben karar veririm demesi.
Bu jakoben düşünce.
- Evet... Millet iradesini ben temsil ediyorum, yönetimde son söz benim felsefesi... Jakoben inanış. Bu inanış ülke yönetimini bir yerde zorlaştırdı... Zira çok partili yaşama girildikten sonra bir kurullar devleti ile karşı karşıyasınız... Devletin yönetimi adeta paylaşılmıştır... Burada iki önemli tezat var.
Devlet yönetimindeki iki tezat nedir?
- Biri, iktidarın gayri kabili taksimidir... Büyük bir konu.
Yani iktidar gücü paylaşılamaz konusu.
- Evet... Doğru... İktidar gücü taksim edilemez ama...
Ama?
- Bu gücü kullanırken, devletin yönetimine iştirak olan diğer kurumların fikrini alma var, danışma var, istişare var. Devlet yönetimine iştirak olan diğer kurumların fikrini almak, iktidarı taksim etme anlamına gelebilir mi? Gelebilir.
Öyleyse... Yorumunuz?
- Burada her şey neyi, nasıl yapacağınıza bağlı.
Yani?
- Bunu öyle yaparsınız ki, Anayasal kurumların düşüncesini alır, tartışır ve ona göre karar verirsiniz... Zira siyasi iktidarın kararlarını icra edecek olanlar da aslında yine bu kurumlardır.
Sayın Demirel... Yani "millet bana yetki verdi, istediğimi yaparım, yetkiyi kimseyle paylaşmam" felsefesi, jakoben yaklaşım.
- Evet.
Geçmişte bu havaya girenler oldu mu?.. Adnan Menderes?.. Siz?
- Evet, hep girdik... Adnan bey de jakobendi, ben de jakobendim.
Ve geldik bugüne... Bugün Türkiye'yi yöneten siyasi iktidar için ne diyorsunuz?
- İyi niyetli oldukları kesin... Ama kendi siyasi iktidarlarını anlayış felsefeleri jakoben.
Tayyip bey?
- Evet.

Süleyman Demirel'le görüşme süremiz "45 dakika ile" sınırlıydı.
Sınırı koyan "doktorlardı."
Saat 11.30'da konuşmaya başladık.
Saat 12.15'te "beyefendi" dedik:
- 45 dakika doldu... Bize müsaade.
Demirel, önce Dr. Aylin Cesur'a baktı.
Sonra saatine.
Ve bize döndü:
- Konuşmayı burada kesemeyiz... Bu konuyu yarım bırakamam.
O sırada konu "derin devlet" idi.
Demirel'e sorduk:
- Ne yapalım? Bir kez daha saatine baktı.
"Devam edeceğiz" dedi.
- Yarım saatin daha var.

Bir ara telefon çaldı.
Demirel açmadı ve "şu talimatı" verdi:
- Konuşmamın kesilmesini istemiyorum... Hiçbir telefon bağlanmasın.
"Konu" yine derin devletti.
Ve Demirel, ağzından çıkan her sözü ölçüp, biçip tartıyordu.
Dikkatinin dağılmasını istemiyordu.

35 yıldır Demirel ailesinin hizmetinde olan "emektar İsmail" bize çay getirdi.
Demirel'den, İsmail'e:
- Kapıyı kapat... Konuşmam bitene kadar hiç açılmayacak.
Baba o sırada "çıt çıkmasını... Sinek uçmasını" bile istemiyordu. Zira "asker ve siyaset" konusunu anlatıyordu.

"Bir şey daha" anlattı.
Yine "sözlerini hiç kestirmeden... Ve çok dikkatli bir üslupla."
Anlattığı, yıllar öncesine ait bir anıydı.
"Yazılmamak kaydıyla" dedi.
Demirel'le görüşmelerimizi teybe almazdık.
Bu defa resim çekmek, TV için film çekmek gibi işlerle de uğraştığımız için, Demirel'in önüne teyp koyduk.
Onun "yazılmayacak" dedikleri de teybe kaydedildi.
Bunu kendisine de söyledik.
Tepkisi şöyle oldu:
- Teyp, çözüldükten sonra, bu bölümü çekmecene koy... İleride yazarsın... Ama şu dönemde asla.
Konu yine "devletin derinliklerinde geçen bir olaydı." 

 
saat
 
son dakika
 
kaç kişi online
 
hit counter



 
Bugün 11 ziyaretçi (20 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol